Hiç acımı hissettin mi?
Söz ısırmam seni, sayılı günüm belli
Son bi’ kere kucağında, dudağım omuzunda
Uyusam öylece, sonsuz bilmece
Deniz tuzu dilimde

Onur Özdemir

1. Kısım

Gecenin bir yarısı telefondan gelen bildirim beni uyandırdı. Berk yanımda yatıyordu ama uykusu o kadar derindi ki titrediğini bile duymamıştı. Dikkatlice kendimi ondan ayırdım ve telefonunu alarak dışarı çıktım.  Tahmin ettiğim gibi Hazal’dı arayan.

Berk’i uyandırmamak için olabildiğince sessiz konuştum. Hazal sesimi alınca, “Affedersin,” dedi anlık bir şaşkınlıkla. “Beraber olduğunuzu düşünemedim. Berk’le konuşabilir miyim?”

“İçeride uyuyor,” dedim üstüne basa basa. “Ama önemliyse uyandırabilirim. Ya da bana söyleyebilirsin. İkinizin arasında benim bilmeyeceğim bir mesele yoktur herhalde.” Sessiz kaldı. “Olabilir de gerçi… Bu aralar sinirlerin bozuk. Üstüne gelecek değilim.”

“Cemre…” Tekrar duraksadı. “Sana söyleyebilirim aslında. Geç saatte aradım çünkü uyku tutmadı bir türlü. Okulda nasıl davranmam gerektiğinden emin değilim. Hala arkadaş mıyız seninle?”

Sinirle gözlerimi yumdum. “Benim açımdan bir şey değişmedi. Diğerlerini bilmem.”  

“İyi sevindim buna.” 

“Polis ne dedi?” diye sorduğumda bu sefer sıkıntıyla iç çekti.

“Koruduğum kişiyi sordu.”

“Sen ne dedin?”

“Başka okuldandı dedim.”

“Kim olduğunu bana söylemeyecek misin?” diye üstelediğimde güldü.

 “Zamanı geldiğinde ilk sana söyleyeceğim.”

“Zamanı?” diye sordum kaşlarımı çatarak. “En yakın arkadaşına anlatamayacağın kadar özel mi?”

“Şu an detay veremem sana. O gün geldiğinde… Bu soruyu sormazsın zaten.”  

Tırnaklarımı etime batırdım. Rahatsız edici bir his beni kuyruğuna kıstırmıştı. “Yine de,” dedim sakinleşerek. “Bu kadar kargaşaya sebep olması talihsizlik olmuş. Basit ve önemsiz bir şey gibi duruyor.”

“Sandığın kadar basit ve önemsiz değildi,” dedi gururla. “Karşı taraftan bir işaret almasam yanına yaklaşmazdım zaten. İlk adımı o attı, ben de devamını getirdim.” 

 “Sevgilisi mi var yoksa?” diye zarf attım. “Eğer öyleyse kendini soktuğun durumu gözden geçirmeni tavsiye ederim.” Hazal diklendikçe beni daha çok kızdırıyordu.

“İlişkisi bitme aşamasında… Ama bir türlü kopamıyor. Onun için alışkanlık olmuş.”

Sessiz kaldığımda, “Cemre,” diye seslendi. “Orada mısın?”

“Evet,” dedim belli belirsiz.  

“Uyandığında Berk’e onu aradığımı söylersin. İyi geceler sana…” Düzeltti. “Size.”

Ellerim titriyordu ama sebebini tam olarak çözemiyordum. Kıskançlık, öfke, üzüntü… Hislerim bastırılmaktan kangren olmuştu sanki. Bu kadarı benim için bile fazlaydı.

Yatağa döndüğümde gözlerini açtı. Uyku sersemiydi hala. “Neden kalktın?”

“Uyku tutmadı. İkizimle konuştum.” Dik dik baktı suratıma.

“Neden kendi telefonundan konuşmuyorsun?”

“Şarjı bitti çünkü,” dedim gergin bir şekilde. “Rahatsız mı oldun?”

“Ne ilgisi var? Telefonumun şifresi sende var zaten. Kuruntu yapma yine.”

Şifresini vermesi neyi değiştirmişti? Bir kere bile bakmamıştım. “Uykunu alınca eski haline dönmüşsün. Alt tarafı bir şey sordum.”

“İmalı imalı konuşarak canımı sıkıyorsun.”

Zaten patlamaya yer arıyordum. “Senin canın sıkılmasın o zaman. Ben gideyim,” dedim sinirle. Berk kendini toparladı ki bu nadiren olurdu. İkimiz de kavga sırasında alttan alan tipler değildik.

“Cemre…” dedi yumuşak bir tonlamayla. “Lütfen, kendine gel. Gecenin bir yarısı neyin kavgasını ediyoruz biz?”

“Anladım ben,” dedi sustuğumda. “Zayıf tarafını gösterdiğin için pişman oldun. Şimdi de kaçmak için kendine bahane yaratıyorsun.”

Tüm dengemi bozuyordu. Ne biçim bir insandı bu?  

Yataktan doğruldu ve bana elini uzatarak, “Gel hadi,” diye çağırdı yanına. “Artık kusurlu tarafını gördüğüme göre daha iyi keşfedebilirim seni.  Aynı bu geceki gibi… Aslında ne var, biliyor musun, birbirimizi yeterince tanımadığımızı düşünüyorum. Zamanı geldiğinde benim de sana anlatacaklarım var.”

“Neyle ilgili?” diye sorduğumda boğazımda bir yumru oluşmuştu. Neredeyse ağlayacaktım ama yüzümü örten gecenin karanlığında ne dolan gözlerimi görmüş ne de titreyen sesimi duyabilmişti.  

“Benimle,” dedi. “Artık çocuk değiliz. Eskiye takılıp kalmak bizi bir yere götürmez. Hala nasıl sevgili kalabildiğimizi soruyorum kendime bazen. İki yabancı gibiyiz.”

“Bunu ben de düşünüyorum.” Sesim buz gibiydi. “Belki babanın soyadı yüzündendir.”

İrkildi. “Ne demek istiyorsun?”

“Madem konuyu açtın dürüst olacağım sana karşı,” dedim tebessüm ederek, bilhassa canını yakmaya çalışıyordum. “Teyzemin zorlaması ve eskide kalan anılarımız… Bunlar bizi bir arada tutuyor. Takıntı diyebilir miyiz öyleyse?”

Donup kaldı. “Bu akşam kendini bana açmadın mı?”

“Bu hallerinden yoruldum,” dedim dürüstçe. “Evet… Seviyorsun beni. Hiçbir şüphem yok buna. Ama başka türlü seviyorsun. Seninle kaldığımda bir parçamın benden koparıldığını hissediyorum. Canımı yakıyorsun, sonra iyileştiriyorsun, tekrar yakıyorsun. Sürekli bu döngüdeyiz.”

“Anladım,” dedi kaşlarını çatarak. “Yine saçma sapan bir sebeple ayrılıyorsun benden.”

“Bu sefer farklı ama,” diye direttiğimde sinirlendi.  

 “Geçen de öyle demiştin. Ondan öncekinde de… Harika bir gece geçirdikten sonra ne oldu birdenbire?” Sesini yükseltti. “Asıl ben yoruldum senden. Sana yetişememekten… Buyum işte, bu kadarım. İşine gelmiyorsa evimden, hayatımdan gidebilirsin.”

Tam olarak ondan beklediğim cevaptı. “Misafir odasında kalacağım bu gece,” dedim çıkmadan önce. “Sabah olduğunda ise… kapıyı göstermene gerek yok.”

2. Kısım

Yaz akşamları evde tıkılı kalmaktan hoşlanmazdım. Vaktimi geçirecek birilerine ihtiyacım vardı. İtiraf etmek istemesem de Ali’lere kanım ısınmıştı. Hakkımda ne düşündüklerini önemsiyordum artık. Akşam yanlarına giderken tatlı götürmeyi akıl ettim. Kibar bir jest gibi… Ama daha çok rüşvetti.

Saklama kabında getirdiğim kekleri masanın üstüne koydum. Elim bu tarz şeylere yatkındı. Övgü almak da her zaman hoşuma giderdi.

Zeyno aşçılığa karşı özel bir ilgim olup olmadığını sordu. “Vefa için mi yapıyordun yoksa?” diye dolaylı bir soru sorduğunda dürüst davrandım ben de.

“Evet… O sevdiği için yapıyordum. Ama nefret ettiğim de söylenemez.”

Kısa bir an tereddütle birbirlerine baktılar. “Vefa’ya aşıktın değil mi?”

“Aşıktım…” diye itiraf ettim.  “İşler karışmasa itiraf edecektim. Artık bir önemi yok gerçi.” 

Akşam rüzgarı esiyordu. Düşüncelerim dağılınca ortamın nabzını ölçmem zaman aldı. Ali içten içe beslediği öfkeyle, “Neden bizim tarafımızda olmadığını hissediyorum?” diye çıkıştı bana. Başımı çevirip ona baktım.

“Çünkü ne için bölündüğümüzü bilmiyorum.”

“Vefa’nın intihar etmediğini düşünüyoruz,” dedi sıkıntılı bir sesle.

Karşılık olarak, “Neden peki?” diye sordum.

Ali hafiften gerildi. “Beklediğimden sakin karşıladın.”

“Doğru… Bu ihtimali aklımda elememiştim henüz.”

Arkadaşlarıyla bakıştıktan sonra, “Cenazeden önce kapının önünde sınav sorularını bulduk,” diye açıkladı. “Vefa’nın masum olduğunu ve intihar etmediğini iddia ediyordu. Sana söyleyecektik ama bizi tersleyip gönderdin. Bunun için geldik okula. Vefa’nın masum olduğunu kanıtladık ama diğer ihtimal… Gerçekten öldürülmüş olabilir mi?”

“Ali bu çok ciddi bir iddia…” dedim kararsız bir şekilde. “Aramızda bir katil mi var? Ne desem bilmiyorum.”

“Varsa onlardan biridir. Kendin söylemiştin bunu.”

Zeyno, “Okulun ilk günü,” diye hatırlattı bana. Ama gerek yoktu ki… Unutmamak da benim hastalığımdı.

“İntihar ettiğini sanıyordum. O yüzden kendinize suçlayacak birini aradığınızı düşündüm.” İyice kaygılanmıştım. “Şu an işler değişti. Mutlaka onlardan biri olmalı. Değil mi? Kimin ne derdi olur arkadaşımızla?”

Sinan, “Berk’tir kesin,” dedi hiddetle. “Çökelim gırtlağına. Nasıl konuşuyor görürsünüz.”  

Başımı hayır manasında salladım. “Birbirlerini satmaz onlar. Berk Ege’yi, Cemre de Çağrı’yı her koşulda korur.”

Ali aksine daha sakindi. “Hazal’ı neden dışarıda bırakıyorsun?” diye sordu. Ona doğru döndüm.

“Hazal’ın koruduğu kişi Berk… Ta ne zamandır aralarında bir şeyler olduğunu seziyordum. Ortaya çıktığı an Cemre ikisini de siler.”

Ali birden yerinden kalktı. “İlişkileri olduğunu biliyordun yani. Duru… Eğer öyleyse Vefa’ya atılan iftiraya nasıl kanabildin?”

Üstüme geliyordu ama sorun değildi. “Özür dilerim,” dedim içtenlikle. “Sadece nefret etmeye ihtiyacım vardı. Yoksa hayatıma devam edemezdim.”

Daha da sinirlendi. “Ne kadar bencilce… Hatırasına saygın yok muydu?”

“Tamam ama… Yeter.”

Zeyno araya girerek, “Konudan sapmayalım,” dedi. “Sence Vefa öldürülmüş olabilir mi?”

Öldürülmek… Tüylerimi diken diken etmişti. “Neden olmasın ki?” dedim kaşlarımı çatarak. “Aksine inanmamız için bir sebep yok. Düştüğünü görmüşler, atladığını değil. İntihar eder miydi diye soruyorum kendime. Suçluysa bunu kaldıramayabilirdi. Ama masumsa… Neden intihar etsin ki?” 

Beti benzi attı. “İhtimal veriyorsun…” dedi dehşetle. “Ne biçim bir okul burası?”

“Fakat ağır bir itham bu,” dedim Ali’ye kısa bir bakış atarak. “Teker teker konuşalım hepsiyle. Sinan’ın dediği gibi çökelim gırtlaklarına.”

Ali, “Cemre’nin olanlardan haberi var mı?” diye sordu. “Hazal’ı savundu geçenlerde.”

“Berk’le ayrılma aşamasındalar. Ama sanmıyorum.” Cemre’yi sorması hoşuma gitmişti. Aslında fena bir ikili olmazlardı. En azından Berk kadar tehlike yaratmazdı.

“Grubu bölmenin yolu Berk ve Cemre’yi ayırmak…” dedim kararlılıkla. “Bir anda dağılıverirler. Üstelik şu gerçeği es geçmeyelim… Berk’in cinayeti işlemek için gerekli motivasyonu var. O yapmadıysa bile katkısı olduğuna şüphem yok.”  

“Ortada bir cinayet varsa…” dedi Ali. Temkinli yaklaşıyordu.

Başımla onayladım. “Varsa elbette.”

3. Kısım

Hafiften yağmur çiseliyordu. “İyi ki şapkamı yanıma almışım,” diye geçirdim içimden. En azından saçlarım kabarmazdı. Mahallenin tekinsiz havası yüzünden yürürken sürekli arkama bakmak zorunda kalıyordum. Tek bir ağaç bile yoktu. Evlerin, pencere pervazlarına konan çiçekleri saymazsak -ki onlar da solmuştu – betonarme bir mahalleydi burası. Aşinalığım vardı aslında. Çocukken büyüdüğüm eve benziyorlardı. Her şeyiyle, eskimiş, kirlenmiş ama bitip tükenmemişti.

Şu an çocukluğum da benimle birlikte yürüyordu. İlk defa yanımda kimse yoktu ama.

Elimdeki buruşturulmuş kağıda baktım. Vefa’nın evi diğerlerinin arasında pek göze çarpmıyordu. Tek katlı, müstakil bir evdi. Babası akıl hastasıydı ve bildiğim kadarıyla ondan başka kimsesi de yoktu. İçeri girip girmemek konusunda tereddüt ettim bu yüzden. Suçluluk hissi yiyip bitiriyordu beni. Ya her şey farklı olsaydı? Ama elden bir şey gelmezdi artık.

Kapının önüne geldiğimde bir duman kokusu aldım. Evet… Bir şey yanıyordu.

Pencerelere teker teker bakarken Vefa’nın babasını oturma odasındaki kanepede yatarken gördüm. Tıkladım ama beni duymadı. Bağırdım fakat gazdan zehirlenmişti belli ki. Pencerelere demirlik taktırmadıkları için şanslıydım. Yerde bulduğum taşla camı indirip kolumu içeri soktum ve pencereyi açtım. İçeri kolaylıkla girebilmiştim.

Ciddi bir durumdu. Hep de beni bulurdu. Duman ciğerlerime dolarken bu defa Vefa’nın babasını sert bir şekilde sarstım. Gözlerini açtı ve beni gördü.

“Sen… Kimsin?” Aniden karşısında tanımadığı birini görünce korkmuştu. Koluna girdim ve zar zor da olsa onu dışarı çıkarmayı becerdim. Neyse ki taşımak zorunda kalmamıştım.

Dışarı çıktığımızda, “Vefa’nın eşyaları,” diye sayıkladı. Birkaç şey daha demiş olmalıydı ama tam olarak anlamadım. Görüşüm karıncalandı ve kendimi yerde buldum.

Zaten bu yüzden insanlara gerekmedikçe yardım etmiyordum.

4. Kısım

Nihayet gözlerini açtığında beni görmeyi beklememiş olacak ki şaşırdı.  “İlk defa dizimde yatmıyorsun ablacığım,” dedim tatlı bir dille. Başını hafiften kaldırıp nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Ali’lerin bahçesinde, dışarı attıkları eski kanepede yatıyordu. Saatlerdir uyanmasını bekliyorduk hep birlikte.

Kendine gelmeye başladığında, “Ablacığım mı dedin?” diye sordu. “Takılmam gereken o kadar şey var ki… Ağladın mı? Gözlerin kızarmış.”

“Seni o halde görünce bağırıverdim,” dedim mahcup bir şekilde. “Kardeş olduğumuzu öğrendiler yani. Neyse… Osman Amca iyi durumda. Allah’tan başına bir fenalık gelmemiş. Sana da bir şey olduğunu görmedik henüz.”

“Yangın?” diye sorduğunda dışarıyı işaret ettim.

“Yağmur yağıyor. Gelmesen de olurmuş.”

Sıkıntıyla ofladı. “Sayende… başımın beladan kurtulduğu bir gün yok.”

“Geleceğini önceden haber verebilirdin.”

Kollarını birbirine kavuşturdu. “Olur, bir dahakine haber veririm.” Arada gelirlerdi ona böyle.  

Ali yumuşak bir dille önce teşekkür etti daha sonra, “Üşüdüysen içeriden bir şeyler ayarlayalım,” diye bir teklif sundu. Sahiden de hava esiyordu.

Cemre, “Teşekkürler,” dedi mesafeli bir şekilde. “Başkasının kıyafetini giymiyorum.”

“Al benimkini giy.” Üstümdeki hırkaya kısa bir bakış attıktan sonra elimden şak diye çekip aldı.

“Ver şunu,” dedi sinirle. “Senin değil ki zaten. Dolabımdan çalmışsın.”  

 “Ödünç aldım. Düzgün konuş benimle.” Ağzımda geveledim. “Dengesiz…”

“Dengesiz mi?”

“Ne oldu ağrına mı gitti?”

“Az önce ağlıyordun ama.”  

Kaşlarımı çattım. “Nefret ediyorum senden.” 

“Hiç üzülmem buna.”

“Mahkeme duvarı suratlı… Neye üzüldün ki bugüne kadar?”

Ters ters, “İlla hırpala beni diye yalvarıyorsun,” diye karşılık verdiğinde geri adım atmadım ben de.

“Doğru… Seninle zıt düşmemek lazım. Yoksa elinden bir kaza çıkar.”

“Kızlar,” dedi Ali şaşkınlıkla. “Siz gerçekten de…”

“Kardeşiz,” diye tamamladım onu. “Vefa biliyordu. O yüzden sizin de öğrenmenizde bir sakınca yok. Diğerlerinden saklıyoruz durumu.”

“Neden?”

Cemre sözü devraldı. “Bazı ailevi nedenler… Babamla görüşmüyorum. Kendisi de bu durumun gizlenmesini tercih ediyor.”

“Asıl babam seninle görüşmüyor,” dediğimde buz gibi bir bakış attı bana, öyle ki sahiden buz kestim.

“İki etti, üçüncüde geçireceğim sana.”

Ali bir kez daha araya girdi. “Sen neden gelmiştin?” Cemre dikkatini ona verdi.   

“Vefa hiç hak etmediği bir muameleye maruz kaldı. Evine gidip babasından bizzat özür dilemek istedim. Kısmen size de özür borçluyum.”

Ali yumuşadı ona karşı. “Buna gerek yok. En yakın arkadaşına inandın sadece. Senin yerinde kim olsa aynı şeyi yapardı.”

“Kibarlık ediyorsun,” dedi tebessüm ederek. “Fakat körü körüne inanmak aptallıktır. İnsanlar onlara güvenilmeyi hak etmezler.”

“Duru’yla kardeş olduğunuz nasıl belli…” dedi Zeyno. “O da benzer şeyleri söylemişti.”

Cemre bakışlarını bir an için bana çevirdi. “Öyle mi dedi?” Hafiften gerildi. “İyi demiş o zaman.”

“Sizin sohbetinize doyum olmaz,” dedim ayaklanınca. “Saat geç oldu. Ali bırakır seni taksi durağına. Hiç uğraşamam şimdi.”

Sinan, “Cidden bırakıp gidiyor musun?” diye sordu şaşkınlıkla. Ona aldırmadım ve herkese iyi akşamlar diyerek evin yolunu tuttum. Belki ben yokken sevgili ikizim diğerleriyle kaynaşırdı. Bir de Ali’yle sevgili olsalardı… Ah, hayaller, hayaller…

5. Kısım

Berk’ten gelen çağrıyı bilmem kaçıncı kez sonlandırdığımda, “Telefonuna bakmayacak mısın?” diye sordu gözünün ucuyla beni süzerek. “Belki önemli bir şeydir.”

“Sanmıyorum.” Başımı geriye doğru yasladım.  Işık kirliliği yüzünden gökyüzü tekinsiz ve karanlıktı. Keza dışarıda insan da kalmamıştı. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Ali’nin arkadaşları dağılmıştı. Annesi de içeride bulaşıkları yıkıyordu. Bana git demedikleri için kalmaya devam etmiştim. Açıkçası durumdan bir şikayetim yoktu. Ali de yanında olmamdan memnun gibi gözüküyordu.

Eski evime benzerliğinden olsa gerek… Tozluyaka çocukluğumu anımsatıyordu bana.

“Teyzen merak etmez mi?” diye sordu Ali, bu defa. Ona doğru dönerek tebessüm ettim.

“Geç oldu değil mi?”

Utandı birden. Panikle, “Öyle söylemek istemedim,” diye toparlamaya çalıştı. “Benim açımdan bir sıkıntı yok. Rahatsızlık vermiyorsun bana.”

“İyi bari,” dedim. “Teyzem bu tarz şeyleri sorun etmez ama ona açıklama yapmak zorunda kalmak istemiyorum. Taksi durağına kadar eşlik eder misin bana?”

Gülümsedi. “Elbette, tatsız başlasa da… İyi ki geldin buraya.”

Gitmeden önce Derya Hanım’a veda ettim. Durak mahallenin aşağısında kalıyordu. Issız sokaklar arasında yürürken bu atmosferi ne kadar özlediğimi fark etmiştim. İhtiyacım olan tam olarak karanlıkta yolumu kaybetmekti belki de.

Bakışlarım kısa bir anlığına Ali’ye kaydığında onun da bana baktığını fark ettim.  “Aslında,” dedi duraksadıktan sonra. “Teknede konuştuklarımız aklıma takılmıştı.”

“Nasıl yani?” dedim sorgularcasına. Direkt konuya girmişti.

“Sözü uzatacak değilim. Aslında aklıma takılan sendin.”

Kaşlarımı çattım. “Tam olarak anlayamadım.”

Ali gözlerini bana dikti, ruh halini nasıl yorumlayacağımdan emin değildim. Ama gülümsemesinden kötü bir şey olmadığı sonucunu çıkarmıştım. “Hepinizi bir yere koydum ama seni bir türlü çözemiyorum.” Yumuşak bir sesle, “Cemre…” dedi. “Nasıl bir insansın sen?”

Sessiz kaldığımda, “Lütfen, beni yanlış anlama,” dedi. “Sadece tanımak istiyorum seni.”

“Önce benim seni tanımam gerekir,” dediğimde güldü.

“Haklısın, evet… Annemi tanıdın zaten. Babamı erken yaşta kaybettim. Ona dair anılarım oldukça belirsiz. Arkadaşlarımı da gördün. Vefa’nın yeri ayrıdır bende. Arkadaştan öte, kardeşim o benim… Seninle Duru gibi.”

“Büyük bir iddia bu.” Sesimdeki küçümseme belli belirsizdi. “Duru yalnızca kardeşim değil, aynı zamanda ben’den bir parça… Vefa için ne kadar ileri gidebilirsin sen mesela?”

“Sonuna kadar…” dedi kesin bir dille. Doğru söylüyor gibiydi, bu yüzden dalga geçmek yerine onu onayladım.

 “Dediğin gibiyse benziyoruzdur muhtemelen. Yine de Vefa’nın masumiyetini kanıtladıktan sonra bile neden hala okulda kaldığınıza anlam veremiyorum.”

Bakışları değişti hafiften. “Cidden soruyor musun?”

“Evet…” dedim şaşırarak. “Neden?”

İleride bir arabanın sesini duydum fakat başımı çevirip bakmadım. Ali’nin halindeki tuhaflık barizdi, kötü niyetli gibiydi ama karakterine uymadığı için ne yapacağım konusunda kararsız kalmıştım.

“Cemre…” dedi sakince, kollarımdan tutarak. “Okulda kalmamın sebebi… Sensin elbette. Hala anlamadın mı bunu?” Birden tutup beni öpmesine hazırlıksız yakalanmıştım.

Geri çekildiğinde yüzünde hiçbir pişmanlık belirtisi yoktu. İtiraf etmeliydim ki, olayların bu şekilde gelişmesini beklemiyordum.  “Ali…” dedim kendime gelince. Arabadan gelen korna sesi beni olduğum yere sıçratınca sözüm yarıda kaldı.

Kafamı çevirip baktığımda kısa bir anlığına afalladım. Berk’ti bu. Nasıl bulmuştu beni? Bize doğru koşmaya başladığında gelecek saldırıyı kestirebilmiştim. Ali’ye yumruk attı, devamı da geldi, gözü dönmüştü ve ben daha onları ayıramadan bir curcuna kopmuştu.

Ali’yse kasıtlı olarak ona karşılık vermiyor, kısmen kendini savunmakla yetiniyordu.

“Yeter, dur artık,” diye bağırdım, bırakması için kolundan tutmak zorunda kalmıştım. Hırsını alınca kontrolünü belli ölçüde sağladı ve arabaya binmemi söyledi. İtiraz etmedim ve yol boyunca onun bağırıp durmalarına kulağımı tıkadım.

“Cemre,” dedi hiddetle, direksiyonu tutan parmakları kasıldı. “O çocuğun seni öpmesine nasıl izin verirsin?” Daha önce de öfkelendiğini görmüştüm ama bu bambaşka bir seviyeydi. Resmen rengi atmıştı.

“Ne var?” dedim onun aksine sakin bir şekilde. “Sen ayrıldın benden.”

Sinirle güldü. “Anladım. Aklınca misilleme yapıyorsun bana.”

“Hiçbir şey yaptığım yok. Ayrıldık biz, istediğim kişiyle birlikte olabilirim yani. Hesap mı vereceğim sana? Dün beğenmiyorsan evimden, hayatımdan git demiyor muydun?”

“Gecenin bir yarısı kalkıp olay çıkardın çünkü. Kendini normal mi sanıyorsun?”

Karşılık olarak, “Ne güzel işte,” dedim. “Artık benimle uğraşmak zorunda değilsin.”

Derin bir nefes aldı sakinleşmek için. “Sana bir kez soracağım bunu. Ali’yle aranızda bir şey mi var?”

“Seni ilgilendirmez.”

Evin önüne vardığımızda ani fren yaptı. Neredeyse öne çarpacaktım. Kapıyı açıp gitmeye yeltendiğimde arkamdan indi o da. “Bana bir açıklama yapmadan nereye gidiyorsun?” Bana yetişince önümü kesti. “Neden gittin oraya? O öptü değil mi seni?”

“Berk…” dedim, sabrımın sonuna gelmek üzereydim. “Özür dilemek için gittim.”

Bakışları koyulaştı. “Ve sonra olaylar gelişti.”

 “Yeter artık.”

“Bence de yeter. Ne istiyorsun açık açık söyle bana.”

Bir süre duraksadıktan sonra, “Seni hayatımdan çıkartmak istemiyorum,” dedim dürüstçe. “Hiç değilse… Eski günlerin hatırına arkadaş kalabiliriz.”

“Arkadaş mı kalalım?” diye tekrarladı, daha çok sinirlenmişti.  Bana doğru bir adım atarak aramızdaki mesafeyi azalttı. “Çok komiksin. Sen bensiz tek bir gün bile yapamazsın.”

Onu ittim. “Gayet ciddiyim.”

Karşısında kararlılıkla durmaya çalışsam da beni zerre ciddiye almıyordu. Sinirleri bozuk bir şekilde güldü. “İyi öyle olsun, nasıl olacak peki?” Kolumdan aşağı kısa bir dokunuş yaptı. “Ben senin her santimini ezbere bilirken…”

İçim ürperdi. “Git artık.”

“Yanakların kızardı,” diye alay etti benimle. “Ne için endişeleniyorsam… Sen bana dayanamazsın. İçten içe sana dokunmam için yalvarıyorsun şu an.”

İlk adımı benim atmamı bekliyordu. Pes etmemi… Fakat ne olursa olsun taviz vermedim. “Dudağımda başkasının izi varken mi?” diye sordum kulağına eğilerek.

Berk gözle görülür bir şekilde sarsıldı. Zaten amacım da buydu. “Bana dair öğrendiğin her şeyi unutursun da zamanla.” Yüzünü dikkatle inceledim. Her santimini… “İzin verirsen artık uyuyacağım. Tamamen ayrıldığımızı bizimkilere ben açıklarım. Grubumuz dağılmasın.”

İtiraz etmedi, bağırıp çağırmadı da… Ne umduğumdan emin değilim ama arkasını dönüp gitmesini gerçekten beklemiyordum.

Odama çıkınca Esther’e sarıldım. Çok başka bir mutsuzluktu şu içimdeki. Hani sanki önceleri mutluymuşum da şimdi kaybetmişim gibi…