Küçük torun yataktan kalkıp anneannesinin odasına doğru yürüdü. Her sabah olduğu gibi. Kahvaltıyı büyük torun hazırladı. Ortanca etrafı topladı. Evde ekmek yoksa küçük torun gidecekti. Ufak tefek işlerde anneannesinin peşine takılan o olurdu genelde. Durmadan şikayet ederdi ama ablaları bu konuda ona kulak asmazlardı.
O sabah yaşlı kadın kendini derin bir uykuya vermişti. Bir daha hiç uyanmamak üzere hem de. Küçük torun yatağın başına geçip anneannesini dürttüğünde içini tarifsiz bir korku kapladı. Ve çığlığı bastı. İlk gelen ortanca torun oldu. Böcek gördüğünü sanmıştı. Ardından büyük torun geldi. Olan biteni anlayınca kardeşlerini sakinleştirdi.
Anneanneleri hakkın rahmetine kavuşmuştu. Senelerce onlara baktıktan sonra bir gece ansızın gidivermişti işte. Zaten son günlerde iyice elden ayaktan düşmüştü. Normalde ilaçlarını küçük torunla kol kola girerek almaya giderdi. Hoş küçük torun koluna girmeyi pek sevmezdi, orası ayrı. Yine de güleç yüzlü anneannelerinin ölümü onlar için beklenmedikti. Bir gün olacağını biliyorlardı ama… Salı günü olmuştu işte. Neden cuma, cumartesi veya pazar değildi?
“Ne yapacağız?” diye sordu küçük torun. Ağlamaktan helak olmuştu. Ortanca kardeşinin omzuna vurdu. Mizacı gereği duygularını öfkeyle bastırırdı.
“O nasıl laf? Ne yapılması gerekiyorsa onu. Zırlayıp durma başımızda.”
Küçük torun gözyaşlarını elinin tersiyle silerek ablasına bağırdı. “Dün de böyle çemkirdin anneanneme!”
“Bana bak, gebertirim seni! İlaçlarını almanı istemedi mi senden? Üşenip gitmedin. Bir ton laf edince mecbur kendisi gitti. O haliyle yürüdü onca yolu.”
“Yürütmeseydin o zaman! Sen alsaydın.”
Ortanca sinirle gözlerini yumdu. “Söylene bak! Yatağını bile anneanneme toplatıyordun. Temizlik desen bizde. Yemek bizde. Ne faydan dokundu ki anneanneme?”
“Sabah ekmek almaya gittim ben.”
“Aferin,” dedi ortanca. “Lütfederek gittin ona da.”
Küçük torun ağlamaktan kızardı. “Ben daha çocuğum be!”
“Ufal da cebime gir.”
Saç baş girişeceklerini anlayınca büyük torun olaya el attı. “Kızlar,” dedi sesini yükselterek. “Az sakin olun. Yaşı gelmişti zaten. Ha bugün ha yarın gidecekti. Mekanı cennet olsun.”
“Amin,” dediler bir ağızdan.
“Annem vefat ettiğinden beri anneannem korudu, kolladı bizi. O olmasa ne halde olurduk, Allah bilir. Hak ettiği gibi uğurlayacağız. Mutfağa inip helva kavuracağım şimdi. Evi de toplarım. Siz komşulara haber verin. Taziyeye gelsinler.”
Bu köyde bir adet vardır. Ölen kişi defnedilmeden önce tabutu açılır, sevenleri onu son bir kez görerek öteki tarafa uğurlar. Ruhun bu vedalaşmanın ardından bedeni terk ettiğine inanılır. Tüm pişmanlıkların döküldüğü andır o zaman.
Cenaze bitince eş dost evlerine dağılmıştı. Kızlar odanın ortasında açık duran tabutun başına toplandılar. Anneanneleri hala yaşıyordu. Ruhu henüz oradan ayrılmış değildi. Muhakeme zamanı gelmişti.
İçlerini yakan sevdikleri birini kaybetmenin acısı değil, akabinde gelen suçluluk duygusuydu. Anneannelerine üzülmek için fırsatları olmamıştı henüz. Kızlar kendi yaptıklarıyla yüzleşiyordu. Küçük torun durmadan ağlıyordu. Ortanca sıkıntıdan tırnaklarını kemiriyordu. Arada küçük kardeşine bağırıyordu. Büyük torunsa her zamanki gibi düşünceliydi. Yüz ifadesi hiçbir duygu barındırmıyordu.
Tabut kapatılmadan önce diğer herkes dışarı çıktı. Üç torun odada yalnızdı. Anneannelerinin soğumuş bedenine bakıyorlardı.
“Önce ben…” dedi küçük torun. Ablaları birkaç adım geri çekildiğinde küçük torun anneannesine doğru eğildi. Gözyaşları kadının yüzüne akıyordu. “Anneanneciğim… Kızgın mısın bana? Sulu gözlü torunum derdin hep. Doğru… Hala tutamıyorum kendimi. Küpeni çaldığım için özür dilerim. Kaybolduğunu sanıyordun ama ben onu satmak zorunda kaldım. Neden diye sorma. Affet olur mu? Sana çok sinirlendiğim zamanlar oldu. Sürekli karışıyordun bana. Ama çoğunlukla korudun, kolladın bizi. Sağ olasın. Keşke ilaçlarını almaya ben gitmiş olsaydım. Belki yaşıyor olurdun.”
Ortanca torun kardeşini çekip aldı. “Git, elini yüzünü yıka. Mahvoldun ağlamaktan. Salak!”
Küçük torun odadan çıktığında diğer iki kardeş kısa bir anlığına bakıştılar. Büyük torun derin bir iç çekerek, “Sırada sen varsın,” dedi. “Çıkayım mı?”
“Hayır. Az uzaklaş yeter.”
Odada bir an sessizlik oldu. Ortanca sönüp giden öfkesi yüzünden konuşacak cesareti bir türlü bulamadı. Fakat pişmanlıklarını anlatmak için bundan başka şansı yoktu.
“Anneanne… Dün söylediklerimden hiç pişman değilim. Nasıl bir sefaletin içinde olduğumuzu biliyordun. Buna rağmen inat ettin. Kanlı para dedin. İşlerin bu hale gelmesi senin suçun.”
“Bitti mi?” Ortanca arkasını dönüp ablasına baktı.
“Bitmedi,” dedi hınçla. “Hala paraların yerini bilmiyoruz.”
Ablası güldü. “Dirilip söyleyecek hali yok ya.”
Bir an hayal ettiler. Korkunç! Ortanca, “O para bize babamdan kaldı,” dedi sesini alçaltarak. “Tamam, belki sus payı olarak vermiş olabilir. Ama sonuçta bizimdi. Anneannemin onu bizden esirgemiş olmasına inanamıyorum.”
Büyük torun başıyla onayladı. “Gururlu kadındı.”
“Evet…” dedi hayret ederek. “Zaten sorun da bu. Babam annemle işi pişirdi yıllarca. Bize baktı sayılır. En azından gölgesi yetti. Diğer ailesinin kulağına gidince de…” Birden ürperdi. “Onu da anlıyorum aslında.”
“Niye söyleyemiyorsun? Annemizi öldürdüğünü bilmeyen mi var? Geçen gün ailesiyle yolda karşılaştım. Etmedik hakaret bırakmadılar bana. O para çektiğimiz acının mükafatı olabilirdi.”
Ortanca bu sözlerden rahatsız oldu. “Öyle, evet. Babam o parayı hayatımızın devamında güzel yaşayalım diye verdi. Anneannem saklayıp gömdü. Nasıl öğreneceğiz yerini?”
Anneannesine dönerek, “Senin yüzünden,” dedi. “Hepsi senin yüzünden. Ölüp gittin işte. Hayatımızı bu yıkık dökük evde mi geçireceğiz?”
“Bir şekilde buluruz. Abartma sen de.” Büyük torun kardeşine sarıldı. “Anneannemin hatırına daha fazla konuşma.”
Ortanca gözyaşlarına boğuldu. “Anneannemi severdim ben. Ölümüne sevindiğimi zannetme.”
“Hepimiz çok severdik. Ne olursa olsun bize çok iyiliği dokundu.” Kardeşine gülümsedi. “Çık hadi. Anneannemle yalnız vedalaşmak istiyorum.”
“Seni ağlarken hiç görmedim.” Büyük torun ona değil, anneannesine bakmayı sürdürdü. Gözyaşları gözlerinde kalmış, yanaklarından süzülmemişti henüz. Ortanca sessizce odayı terk etti. Kapıyı ardından kapattı.
Büyük torun evin en büyüğü, anneannesinin de sırdaşıydı. Odada yalnız kaldıklarında yaşlı kadının yanına çömeldi. “Anneanne,” diye seslendi, yumuşak bir tonda. “Ölünce huzur bulmanı temenni ediyorum. Son zamanlarda gün be gün çöktüğünü görmek üzdü hepimizi. Kardeşimin laflarına rica ederim aldırış etme. Dün ettiğiniz kavgayı hatırlayıp sinirlenmiştir. Dininiz imanız para derdin hep. Hangimizin değil ki? Adım attığımız her şey para. Candan kıymetli hale gelmiş.”
İçine bir sıkıntı çöktü. “Anneanne,” diye seslendi bir kez daha. “Paraların yerini söylediğin için teşekkür ederim. Sırdaştık biz. Beni bir yerlerden görebildiğine inanarak söylüyorum bunu. Özür dilerim. Seni ölüme gönderen bendim.”
Kapının açık olduğu fikrine kapılarak arkasını döndü ama kimse yoktu. Odanın içinde ölüm sessizliği vardı. “İlaçlarını değiştirdim. Seni bilerek hasta ettim. Parayı sen gidince diğerleriyle paylaşmam için verdin ama…”Başını iki yana salladı. “Bunu yapamam. Üçe bölünce o kadar büyük bir para değil çünkü. Birimiz hiç değilse düzgünce yaşamalı. Sana ne kadar teşekkür etsem az. Diğerlerinin ruhu bile duymadan parayı alabildim. Para benimle. Yarın buralardan gitmiş olacağım.”
“Bitmedi mi vedalaşman?”
Arkasını döndüğünde kardeşleriyle karşılaştı. Bir an yüreği ağzına gelmişti ama suratlarından anladığı kadarıyla hiçbir şey duymamışlardı. Hızlıca kendini toparlayıp ayağa kalktı. Nihayetinde anneannesi götürüldü ve usulünce defnedildi.
Eve döndüklerinde saat geç olmuştu. Büyük torun onlara yemek hazırladı. Kendi de paralara göz kulak olmak için odasına çıktı. Anneannesi olmadan evleri buz gibi soğuktu. Kalpleri de öyle.
Ortanca torun yemekten sonra ablasıyla dertleşmek için kapısını çaldı. Büyük torun paraların olduğu çantayı yatağının altına itti. Ardından küçük geldi ve birlikte yatmayı teklif etti. Ortanca ses etmese de büyük torun karşı çıktı.
“Sığamayız, yatak küçük.”
Fakat korktuğunu söyleyince razı geldi. Üç kardeş anneannelerinin öldüğü gece derin bir uykuya daldılar.
Sabah olunca büyük torun gözlerini açtı. Kendisine sarılan kardeşinin kolunu kenara iterek yataktan kalktı. Eli yatağın altındaki çantaya gitti. Ama çantayı hiçbir yerde bulamadı. Telaş bütün vücudunu sararken bu defa eğildi ve iyice kontrol etti. Çanta orada değildi.
“Nereye gidiyorsun?” diye sordu küçük torun. Ablası öyle bir irkildi ki ortancayı uyandırdı.
“Biraz daha uyusaydık,” dedi ortanca uyku mahmurluğuyla.
Büyük torun kısa sürede kendini sakinleştirdi. “Bir şey arıyorum da.” Kardeşlerine ters bir bakış attı. “Hanginiz aldı? Yatağın altındaydı.”
“Ben almadım.”
“Ben de,” dedi ortanca. “Şimdiden çantanın derdine mi düştün?”
Mutlaka biri almıştı. “Önemli de ondan.”
Ortanca torun ayaklandı. “E, bulursak söyleriz madem. Hadi kalkın. Kahvaltıyı ben hazırlarım. Ekmeği de küçük hanım alacak.” Ablasına döndü. “Sen de suratına su çarp. Sinirlerin bozulmuş belli ki.”
Küçük torun fırından sıcak ekmek getirdi. Ortanca adeti bozup kahvaltıyı hazırlamak için gönüllü olmuştu. Kardeşi bunun şakasını yaptı. Anneannesi olsa gözyaşlarını tutamaz, ablasını övdükçe bir tarafını kaldırırdı.
“Bugün için,” dedi ortanca, kendiyle gurur duyarak. “Kek de yaptım. Anneannemin anısına.”
Küçük torun onunla alay etti. “Ölmeden önce yapsaydın da tadına baksaydı.” Ablası her sabah olduğu gibi kardeşine sataştı.
“Seni dün dövemedim zaten içimde kaldı. Bugüne kısmetmiş.”
“Kızlar,” dedi büyük torun. Heyheyleri üzerindeydi. “Başım ağrıyor.”
Kısa bir sessizlikten sonra ortanca keki servis etmek için mutfağa gitti. Mis gibi kokuyordu. Büyük torunun yiyesi yoktu pek ama ısrar edip şüphe çekmek istemedi. Aklı fikri çantadaydı ve durduk yere ortadan kalkmadığına göre kardeşlerinden biri onu çalmıştı.
Kekten bir çatal aldı. Ya küçük ya ortanca. Ama ortanca olması muhtemeldi. Yalnız kaldıklarında canına okuyacaktı onun.
“Bundan sonra ne olacak?” diye sordu küçük torun. Endişeli gözüküyordu. “Düzenimiz yani. Büyük ablam mı bakacak bize?”
Ortanca gülümsedi ve elini uzatıp kardeşinin yanağından makas aldı. “Onun ömrü de pek uzun olmayacak.”
Büyük torun bir an nefessiz kaldığını hissetti. Ağzında acı bir tat vardı. “Ne demek bu?”
Eliyle masadan destek almaya çalıştı ama kendini tutamayıp yere yığıldı. Küçük torun ayaklanıp bakmak istedi ama ortanca torunun işaretiyle olduğu yerde kaldı.
“Anneannem her zaman beni kötü bildi. Ama asıl kötü olan sensin. Hiç değilse benim ne olduğum belliydi.”
Küçük torun gözyaşlarını tutamadı. “İlaçları değiştirdiğini ben gördüm. Ablam ses etme deyince… Özür dilerim. Seni ben zehirledim. Onun için de özür dilerim. Ama sen de bizi bir başımıza bırakıp gidecektin. Özür dilerim.”
Büyük torun inledi, nefessiz kaldı, ne kadar çırpındıysa da kardeşleri dikilip ona bakmayı sürdürdüler. Tamamen sessizliğe büründüğünde ise, “Öldü artık,” dedi ortanca. “Özür konuşmanı duymamıştır belki.”
Küçük torun ayaklandı. “Ne kadar alçakmış, değil mi abla?”
“Kaldık baş başa.” Küçük torun ona tedirgin bir bakış attı.
“Beni de mi öldüreceksin?”
Ortanca torun kardeşine doğru yaklaştığında korkup geri kaçtı. Onun bu haliyle alay etti. “Tabii ki, hayır. Ablam bizi terk edip paraları çaldı. Yoksa üçümüze de yetecek bir paraydı.” Kardeşinin omuzlarından tuttu. “Çantayı getir de, paraları sayalım.”
Küçük torun bakışlarını kaçırdı. “Hayatta vermem. Öldürürsün beni.”
Ortancanın hafiften gözü seyirdi. “Beni sinirlendirme. Nereye sakladıysan çıkar.”
“Getirmem,” diye bağırdığında suratına sağlamca bir geçirdi. Dudağını patlatmıştı.
“Bana bak… Getir hemen! Döverim seni.”
Küçük torun inat etti. “Asla vermem! Çantayı aldığında beni öldürmeyeceğin ne malum?”
Ortanca her zaman fevri davranırdı. Kardeşinin saçına yapışıp onu dövdüğünde bile küçük torunun ağzından tek laf alamadı. Küçük torun tuvalete kaçtı ve aynadan dayak yemiş suratına bakınca yansımada büyük ablasını gördü. Aynı kandan geliyorlardı sonuçta. Zavallı annesi… Ne ona ne de anneannesine çekmişlerdi.
Ablası tuvalet kapısına vurduğunda dışarı çıktı. Zaten günlerdir buna hazırlanıyordu. Her şey olması gerektiği gibi ilerledi. Ağlama krizi durdu, sakinleşip derin nefesler almaya başladığında ortanca onun gönlünü almak için yanına yaklaştı. Küçük torun kendisine sarılmak isteyen ablasını bıçakladı. Tek bir darbe… Fazlası değil. Mutfak bıçağı ortanca torunun göğsünde saplandı ve yere yığıldığında can havliyle kardeşinin bacağına yapıştı.
Küçük torun baktı da baktı… Onu sona saklamakla iyi etmişti. Herkes olayın aslını astarını soruşturacak ve sonunda küçük torunun gözyaşlarına kanacaktı.
Nitekim her şey planladığı gibi ortanca ablasının üstüne kaldı. Cenaze evindekiler kızın haline acıdı. Önce anneannesini kaybetmişti sonra ablalarını. Para ne illet bir şeymiş! Küçük torun babasını lanetledi. Ablalarını şeytanla işbirliği yapmakla suçladı. Artık köyde durması için bir sebep yoktu. Cenaze evindekiler kızın haline acıdı. Ne bahtsızdı!
Küçük torun ablalarına veda etmek için odada yalnız kaldığında içinde bir rahatlama hissetti. Artık kuş gibi hafiflemişti. Özür mü dilese yoksa paralar için teşekkür mü etse emin değildi.
Sonuçta sadece, “Sizi seviyorum,” diyebildi.