“Beni tanıyan hiç kimsenin gelemeyeceği bir yerde olmak istiyordum.”
Slyvia Path
1. Kısım
Ne zaman annem hakkında konuşsak kız kardeşimin tekrarlanmaktan önemini yitirmiş sözlerine maruz kalırdım. Hüzünlü bir hayatı olduğundan, aldatılıp bir kenara itildiğinden yakınırdı. Öz evlatları tarafından bile sevgi görmemişti. Bunları söylerken gözü yaşlı, sesi de titrekti.
Neden sevmemiştim annemi? Babamın aksine iyi bir insandı.
Verecek bir cevabım yoktu. Hatta, o kadar yoktu ki… “Ya sen?” diye sorardım karşılık olarak. Bir süre sessiz kalırdı. Fakat düşündüğünden değil. Aptal mısın der gibi dudak bükerdi.
“Annem özelinde değil. Ben kimseyi sevmiyorum.”
Sahiden hiç kimseyi mi? Vefa’yı sevdiğini sanıyordum. Belki yanılmıştım. Belki bu hayatta en çok sevdiğimiz insan öldürmeyi en çok istediğimiz insandır.
“Ne değişecek ki? Annemi çok sevmiş olsaydım…”
“Sözlerin tesirini hafife alma. İntihar etmeden önce bizi yanına toplayıp onu ne kadar sevdiğimizi sormuştu anımsıyor musun? Dünyalar kadar demiştim. Ama sen tek kelime etmemiştin.”
Beni mi suçluyordu? O kadar etkili olsaydı onun sözleri annemi hayatta tutardı. Duru’ya göre annem kandırılmaya muhtaçtı. Aldatıldığının pekala farkındaydı. Sadece babama inanmış gibi yaptı. Benimse tek yapmam gereken…
“Sus artık.”
Çok seviyorum demekti.
İçi boş bir öfke zihnimi kaynattı. Nihayetinde yüzüne öylece bakmıştım o gün. Annem beni omuzumdan tutup sallayarak, “Yalandan da olsa seviyorum demen gerekir,” demişti. “Ne kötülüğüm dokundu ki sana? Herkese, babana bile, hanım hanımcık davranıyorsun. Beni neden sevmiyorsun?”
Fakat sahteydi onlar. İnsanlar benden korkmasın diye. Sana dürüst davrandığım için ölümüne mi sebep oldum? Bana hayal kırıklığı içinde baktın. İnanıyorum ki o gün sevmemi fakat sevilmememi diledin. Belki de ihanete uğramamı…
“Şimdi buldum,” dedim aydınlanmış gibi. “Annemi neden sevmediğimi…”
“Nedenmiş?”
“Kendini bizden daha az sevdiği için…”
İçim bu konuda rahattı. Çünkü Berk’i ne kadar seversem seveyim, ya da hayatımdaki herhangi birini, kendimi daha çok seviyordum. Böylece hiç yıkılmıyordum.
2. Kısım
“Size bir oyun getirdim.”
Akşam üstü teknedeki arkadaş buluşmasına davet edilmiştim. Tamamen Berk’in işgüzarlığıydı belli ki. Diğerlerinin sadece yüzü düşerken ikizim daha ziyade huzursuz olmuştu. Artık iki dünyası kaynaşıyor, iç içe geçiyordu. Hangisinin baskın geleceğini, kim bilir. Senelerce oluşturduğu kusursuz kişiliğini kaybetmekten korkması benim açımdan oldukça keyif vericiydi. Parçalanıp dağıldığını görmek… Hem de benim yüzümden. Canımın bir parçası olunca kopartırken hiç acımıyordum.
“Seni kim davet etti?” Hazal’ın sorusuna karşılık pek oralı olmadım.
Berk ayağa kalktı ve beni onun çağırdığını belli edercesine, “Biz de seni bekliyorduk,” diye ifade etti. “Oyun mu getirdin? Cemre de bayılır oyunlara. Genlerinizde var öyleyse.”
Çağrı ve Ege ses çıkarmadılar. Öte yandan ikizim, “Ne oyunu?” diye çıkıştı. “Şu an sırası değil.”
Getirdiğim poşeti ona doğru salladım. “Niye öyle diyorsun? Çocukken gayet eğleniyorduk.” İskambil kağıtlarını önündeki masaya döktüm. Hepsi dikkat kesilmişti. “Gördüğünüz gibi bu kartların bazıları kırmızı bazıları ise maviyle işaretlenmiş. Bir tür dürüstlük oyunu bu. Sırayla kartlar dağıtılıyor. Kırmızılar yalan, mavilerse gerçek. Sıra kendisine gelen oyuncu kartı ters çevirip masaya koyuyor ve ona bir soru soruyoruz. Burada önemli olan cevabın kolayca tahmin edilebilir olmaması. Daha soyut şeyler sorulmalı ki cevabı da bir o kadar muğlak olsun. Yapmamız gereken kartın rengini tahmin etmek. Tahminimizi ortak karar veriyoruz mecburen. Nihayetinde iki kişilik bir oyun bu. Neyse… Tahminimiz doğruysa kartı ortaya koyarız. Değilse oyuncuda kalır.”
Mavi kartlardan birini aldım. “Kırmızı kartlardan tamamen kurtulup geriye tek bir mavi kart bırakmalıyız. Oyun bu şekilde kazanılıyor. O yüzden mavi kartları ortaya koymamak mantıklı bir seçenek olabilir. Ama dediğim gibi bu oyunda amacımız karşı tarafı manipüle etmek. Yani sözlerinin yalan ya da gerçek olmasının hiçbir anlamı yok. Anladıkları an kaybetmiş sayılırsınız.”
“İğrenç bir oyun bu.” Cemre’nin gayriihtiyari sarf ettiği bu sözlerden sonra herkesin oyuna olan ilgisi arttı.
“Sürekli kaybettiğin içindir.” İçimden kahkahalarla gülmek geliyordu şimdi. “Bir kez olsun kazanabilsen sen de zevk alırdın.”
3. Kısım
Çocukluktan kalma bir anı zihnimde canlandı. Duru her ne kadar sonrasında ağladığımı iddia etse de buna ihtimal vermemiştim. Belki gözlerim dolmuştu fakat asla ağlamadığımdan emindim. Odanın bir köşesine çekilmiş, mutfaktan gelen bağrışmaları dinliyordum. İkizim sakince odamıza girdi ve yanıma gelip diz çöktü.
“Sen mi kırdın?” Neyi? Herhalde bardak ya da tabak gibi bir şeydi. O kadar net hatırlamıyordum.
Reddetmiştim. Israrla… Tekrar, tekrar aynı soruyu sordu. Her defasında reddettim.
“Sadece öylesine soruyorum. Yoksa senin yaptığını gördüm.”
Anladıysan… Neden soruyorsun?
“İtiraf edip rahatla diye.”
Beni görmedin bile. Yalan söylüyorsun.
Duru bir an afallayarak, “Tabii ki, gördüm,” diye ısrar etti. Önündeki ters çevrilmiş karta kararsızlıkla baktıktan sonra, “Gördüm…” diye tekrarladı. Sessiz kaldığım için öfkelendiğini gözlerinden okudum. “Bu kadar emin konuştuğuna göre… Babama neden ispiyonlamadın beni? Boşuna azar yedin.”
İkimiz oynuyorduk sanki. “Bunu soru olarak sayıyorum,” dedim kartlardan birini ters çevirip ortaya koyarak. “Çünkü babamın sana kızmasını istemedim.”
“Demek beni düşündün. Teşekkürler.”
Berk araya girdi. “Ateş hattına girmek istemezdim kızlar ama… Seni korumak için susmuş olamaz mı? Israrcılığın da bunu kanıtlar nitelikte.”
Yüzü düştü. “Niye karışıyorsun şu an?”
“Çünkü,” dedi. “Biz beraber büyüdük. Bana anlattı yani.”
Kartı hızlıca çevirdi. Mavi. Üç kırmızı, bir mavi kartım kalmıştı böylece.
Sıra bir kez daha bana döndüğünde çektiğim kartın rengine bakmadım bu sefer. Berk’le kaçıncı kez göz göze geldik. Devam etmekteki ısrarı neydi böyle? Canımı sıkıyordu.
Ben soracağım demişti.
Sinsi bir merakla, “Cemre,” diye sordu. “Beni hiç aldattın mı?”
Nutkum tutuldu. Öyle ki, “Pardon,” gibi bir laf çıktı ağzımdan. Berk’in bana doğrudan sorduğu bu soru herkesi, en çok da, olayın ikinci aktörünü sinirlendirmişti.
Sen mi bana soruyorsun? İnanılır gibi değildi.
“Ee,” dedi kaşlarını çatarak. “Cevap bekliyorum.”
“Saymam bunu.” Derhal itiraz ettim. “Çok bariz.”
“Benim için değil.”
Sinirlendim, hatta o kadar sinirlendim ki onunla kavga etmek niyetindeydim. Fakat kendimi sakinleştirmeyi bir şekilde başardım ve, “Evet,” dedim tebessüm ederek. “Zaten orada değil miydin?”
Kısa bir sessizlik oldu. Ölü deniz gibi bir sakinlikte, “Haklısın,” dedi kartı çevirerek. Kırmızı.
Artık bıçağımı bilemiştim, saplamayı bekliyordum. “Ayrıyken sayılmaz.”
Kartı geri aldım. “Şimdi sıra sende.” Berk de sormamı bekliyordu. “Sen beni hiç aldattın mı?”
“Ayrıyken sayılmıyorsa…” Kartı açıkça önüme koydu. “Hayır.”
Ortamı bıçak gibi kesen sessizliği kendi sona erdirdi. “Bu durumda… Ben kaybettim. İkiniz devam edin.”
Duru dikkatimi çekmek ister gibi, “Evet…” dedi elini bana doğru sallayarak. “Hadi oyunu bitirelim. Olağanüstü bir sorum var.”
Sağlıksız bir gülümseme belirdi suratında. Vefa’nın ölümüyle bir ilgim var mıydı? Bunu soracaktı.
“Bugünlük burada bitirelim,” dedi arkasına yaslanarak. Bu arada sorunun cevabı evetti.
4. Kısım
Sınıftaki uğultu rehberlik hocasının verdiği ödev yüzündendi. Sınıf arkadaşlarımızla kaynaşma projesiydi özünde. Birbirimizi ziyaret edecek, evini, odasını çekerek onu tanımaya çalışacaktık. Ne hikmetse kurayla belirlenen bu eşleşme hepimiz açısından şaşırtıcı olmuştu. Cemre’yle denk gelmiştik. (Bana kalırsa teyzemin işgüzarlığıydı bu.) Berk Ali’yle, Hazal Sinan’la, Ege de Zeyno’yla eşleşmişti.
Okul kantininde otururken, “Babam çok kızacak,” dedim kaygılı bir şekilde. Cemre’nin bakışları kısa bir anlığına bana değdi. İlk kez bana hak verme ihtiyacı duymuştu.
“Çağrı da gelir. En azından babanla yalnız kalmamış oluruz.”
Berk ciddileşti. Elini ikizimin omzuna koyarak, “Babandan korkuyor musunuz?” diye sordu. “Öyleyse bileyim. Olası bir karşılaşmaya hazırlıklı olmak isterim.”
“Korku gibi değil de…” Bir anda anlatmaktan vazgeçmiş gibi duraksadı. “Neyse… Önemli değil.”
Cemre lavaboya gitmek için ayaklandığında Berk’e doğru eğildim. “Endişe etme. Babam seni her koşulda sevecektir.”
“Niyeymiş o?” Tekrardan konuşmak için ikizimin gitmesini bekledim.
“Cemre’ye zarar verebildiğin için tabii ki. Zarar vermek ile zarar verebilmek arasında fark var, biliyor musun?” Sesimi daha da alçalttım. “Birlikte büyüdük dememiş miydin? O zaman ailemizdeki sırrı da biliyorsundur.”
Berk huzursuz bir şekilde, “Lafı nereye getiriyorsun?” diye sordu.
“Vefa’yı onun öldürdüğünü düşünüyorsunuz. Ali ve sen… Defalarca konuştuğunuza şahit oldum. Belli ki bir durumlar var.”
Suratıma suratıma güldü. “Kafayı sıyırmışsın!” dedi alayla. “Neden kendine bir arkadaş edinip yakamızdan düşmüyorsun?”
“Şimdi böyle olduk demek…” dedim bozuntuya vermeden. “Cemre’nin Ali’ye ajanlık yaptığını sana ben söylemiştim, ne çabuk unuttun. Yoksa hala uyuyor musun?”
“Uyumuyorum,” dedi bıkkınla. Telefonunu çıkarıp bir video gösterdi. “Vefa binaya girdikten kısa bir süre sonra içeri girene bak.”
Cemre’ydi bu. Telefonu gözümün önünden çekmesi için elini ittim. “Saklamak yerine Ali’yle paylaşmayı mı seçtin sen de?”
Berk, “İyi tarafıma denk geldi,” dedi umursamaz bir tavırla. “Vefa için kendimi suçlu hissediyorum.”
“Cemre’ye yık kurtul tabii.” Bakışları değişti.
“Sen de hiç şaşırmadın ama. Demek ki şüphelerimiz tek taraflı değil.”
Bir şey söylemeden kalkıp gittim. Yakında kıyamet kopacaktı.
5. Kısım
Esther’in beyaz tüylerini okşarken, “Etrafımdaki gürültüye aldanmışım,” dedim fısıltıyla. “Kimse kalmamış yanımda. İçim nasıl sıkılıyor bilsen. Böyle zamanlarda dışarı adım atmak istemiyorum. Vefa’ya kötülüğüm dokunmuş olabilir. Yani kim bilir? Fakat onlara bir şey yapmadım. Sen şahitsin… Hazal’ı kalabalığın arasından çekip çıkarmadım mı? Ne olursa olsun… Bu kadarını hak etmedim ben. En azından bilerek canlarını yakmadım. Tahammül edilmesi zor bir insanım doğru. Annem için… Kardeşim ve babam için de… Fakat siz neden üzerime geliyorsunuz? Tüm günahı üstlenecek birini arıyorsunuz kendinize. Cemre… Sen zaten katil değil misin? Sen zaten… kaldırabilirsin. Soğuk ve duygusuzsun. Seni incitemezler ki. Biz çok hata yaptık, her seferinde affedilmeyi bekledik. Buna rağmen seni affetmiyoruz. Çünkü seni affetmek kendimizi cezalandırmak demek… İlla biri ölecekse, bu neden biz olalım ki? Hepimiz sana yüz çevirdik. Ne olacak ki? Katil değil misin? Zayıf tarafını gördük senin. Çok belli ediyorsun. Seni sevmediğimizi neden anlamak istemiyorsun?”
Kucağımdan atlayıp gidecek sandım. Neyse ki hareket etmedi. “Merak etme, ağlamıyorum,” diyecek oldum fakat dudaklarımdan tek kelime dökülmedi.
Doğa ortalıkta bir videonun dolaştığından söz etmişti. Benim hakkımda… Vefa’nın katili miymişim? Ali’lere ufak tefek bilgi taşımayı da bırakmıştım. Zaten onlar da artık sormuyordu. Tavırlarındaki değişimi görmediğimi sanıyorlardı.
Nefret ediyorum hepinizden. Fakat en çok bana zarar vermenize müsaade ettiğim için kendimden nefret ediyorum.
6. Kısım
Gün boyu babamla konuşmak için prova yapmış olmama rağmen akşam eve geldiğinde dilim tutuldu. Bir günah işlemişim gibi hissettim. Şimdi hesap vakti. Babam, “Bu aralar onunla çok sıkı fıkısınız,” dedi. “Uzak duracağına dair verdiğin sözü unuttun mu?”
“Haklısın… Özür dilerim.” Mahcubiyetim gerçek miydi kendim de emin değildim. Onun karşısında takındığım maske öyle kaşındırıyordu ki… “Sadece endişeliyim. O yüzden yakınlarında dolaşıyorum.”
“Ne için endişelisin?”
Titrek bir nefes verdim. “Bir işler karıştırdığından şüpheleniyorum. Ali’ler iyi insanlar, durduk yere kimseyi suçlamazlar sanırım.” Tüm dikkatini bana vermişti. “Organizasyon şirketi konser akşamı dış tarafı, bahçeyi, iç ve dış kapıyı da kapsayacak şekilde çekim yapmış. Berk’in gösterdiği videoda kendi gözlerimle gördüm. Vefa’dan hemen sonra Cemre de içeri giriyordu. Sonrası malum…”
Omuzlarımdan tuttu. Bu durumda bile sakinliği koruması ondan korkmamızın yegane sebebiydi. “İftira atmıyorsun değil mi?”
“Asla…” dedi telaşla. “Emin olmadığım için sessiz kaldım. Ali’yle Berk işbirliği yapıyormuş. Neler olup bittiğini çözmeye çalışıyorlar sanırım. Berk’in bile ondan şüphelenmesi…” Nefesim tıkandı. “Sahiden yapmış olabilir mi diye düşünmeden edemiyorum. Yani öfke kontrol problemleri var ama…”
Sesimi kesmemi ima eden bir bakış attığında sustum. Nihayet omzumdaki ellerini çekti. Boğazımdan çekmiş gibi rahatladım. “Bu sefer,” dedim. “Cezai ehliyeti olduğu için şanslı sayılırız.”
İnsanlardan nefret ediyorum. Ama kendimden daha çok.
“Eve gelebilir mi peki? Yani ödev için…” Babam başıyla belli belirsiz onayladı.
Yine de ilgi çekici bir yanı vardı. (İnsan olmanın.)