Hayret şeydi doğrusu! Kimseler inanamamıştı ama başka açıklaması da yoktu. Kadın senelerce ona bakan anneannesinin ölümüne o kadar üzülmüştü ki anneannesini doğurmuştu. Nur Teyze derlerdi köyde. Kehribar gözlü, hoş kadındı. Bebeğinin gözleri anneannesini anımsatınca kadın, “İsmi Nur olsun bari,” demişti. “Adını yaşatsın.” Tabii, nereden bilsin anneannesini doğurduğunu? Zamanla kafasına dank etmişti onun da. Kocasıyla bu konuyu uzun uzadıysa tartışmışlardı. Kızın kime çektiğini soranlara büyük anneannesinin fotoğrafını göstermişlerdi. Benzeri değildi, tıpatıp aynısıydı.
Ara sıra köyde bu konunun bahsi açılırdı. İnanmayan olursa, “Vallahi de billahi de,” diye yeminler ederlerdi. “Allah’ın işi işte. Gitmiş aynısını doğurmuş. Nur Teyze… Ah, ne iyi kadındı!”
Nur’un huyu suyu da büyük anneannesine çekmişti. Bazen öyle bir laf ederdi ki annesi şaşırıp kalırdı. Sahiden olabilir miydi? Bir an için duruşu, bakışı onu anımsatınca kadın gün boyunca bu benzerliği sorgulardı. Ancak bu anlar dışında kızı diğer çocuklar gibiydi. Tüm gün koşar, zıplar, oyun oynardı.
İlkokula başladığı sene Nur annesinin yanına giderek, “Anneciğim,” diye seslendi tatlı bir dille. “Şimdi benim çocuğum olunca ben torununun torununu görmüş olacağım değil mi?”
“Efendim?” dedi kadın, gözleri fal taşı gibi açılarak.
Nur bilmiş bir edayla annesine parmak salladı. “Var ya sen çocukken ne yaramazdın! Tutabilene aşk olsun. Salondaki aynalı vitrinde duran şekerliği kırmıştın. Ben de sana azıcık kızmıştım. Nasıl ağlamıştın o gün. Hatırlıyor musun?”
Kadın korkudan taş kesildi. “N…Ne diyorsun kızım?” diye kekeledi. “Kim anlattı sana bunları?”
“Saçlarını ben örerdim hep. Ucuna da beyaz kurdele bağlardım. Küçücük kızdın. Serpildin, kocaman oldun. Evlendiğin gün belli etmemeye çalışsam da arkandan çok ağladım.” Nur kıkırdadı. Anneannesi de böyle gülerdi. “Hatırlıyorsun değil mi? En sevdiğin gözleme patatesli, yoğurt yemezdin ama benim hatırım için bir kaşık yutardın, ağaçta asılı kalmıştın bir gün, düştüğünde dizlerin kanamıştı, hani elbisenin fermuarı bozulduğunda…”
“Allah’ım sen aklıma mukayyet ol,” diye bağırdı kadın. “Nur odana git kızım, ne olursun. Kalbime indireceksin.”
“Nasıl istersen,” dedi Nur, başını eğerek. “Ama dediklerimi unutma. Ölüm yıl dönümümde dua et mutlaka. Nisanın 17’si. Bu aylarda her şeyi hatırlarım ben. Sonra nedense gidiyor aklım.Yeniden çocuk oluyorum. En güzeli gerçi. Yaşlanmak için önümde uzun seneler var.”
Şimdi taşlar yerine oturmuştu. Kadının gözü duvardaki takvime takıldı. 16’sı gelmişti çoktan. Zaman ne çabuk geçiyordu. İçindeki huzursuzluk kaybolmuştu o anda. Nur’a bakarken anneannesinin artık yıllarını görebiliyordu.
Arkasından seslendi. “Helva neli olsun?”
Nur omzunun üstünden annesine baktı. “Sen ne yaparsan ben severim.”
“Senin tarifini kullanıyorum hala.” Kadın ağlamamak için kendini tuttu. “Seni sevdiğimi biliyorsun değil mi anneanne?”
“Ben de seni çok seviyorum.” Nur annesine çocuksu bir neşeyle baktı. “Artık ağlama, olur mu? Sen ölünce ben de seni doğuracağım. Sonsuza kadar, sen ve ben asla ayrılmayacağız.”
18 Nisan.
Nur okula gitmeye hazırlanıyordu. Annesi saçını iki yandan örmüş, ucuna beyaz kurdele bağlamıştı. Kızını uğurladıktan sonra pencereden diğer çocukların arasına karışmasını izledi. Sonunda Nur gözden kaybolduğunda perdeyi çekti. Başına fena bir ağrı saplanmıştı. Artık sebebini biliyordu.
Acaba kendisi şu an kaç kişiyle yaşıyordu?