Nedir içimi kaynatan bu öfkenin sebebi?
Dün bir bakmışım rüzgarın çalkaladığı, köpürüp coşturduğu bir denizim. Ya şimdi? Köklerim toprağı delmiş, tuzlu suyun tadını alıyor ve yaşlanıyorum. O kadar uzun süredir bekliyorum ki neyi beklediğimi bile unuttum. Sahi kimim ben? Kimin derisini giymeye çalışırken bu denli eskidim?
Masadan kalktım, sırtım da ağrımıştı zaten, kendimi sakinleştirmem lazımdı, fakat nafile bir çaba bu, saatlerdir ekrana bakmaktan gözlerim bozuldu, ne uzuyor ne kısalıyorum, kapım kapalı, perdeler örtülü, hazır makarnanın kokusu odada dolaşıyordu, haleti ruhiyetim fenaydı, sefil bir haldeydim, siyah hırkamın kolundaki iplikler sökülmüştü, strese girdiğimde kemiriyordum onları, saçım başım dağılmıştı, sabah akşam aynı terane, bugün annemler uğramasa bari, kadıncağız beni görünce gözyaşlarına boğuluyordu, tüm vaktimi boşa harcamışım gibi, bu bakışla savaşamazdım ben.
Dağınıklığa şöyle bir baktım. Soğumuş kahve ve çay fincanlarına… Buruşturulup atılmış kağıtlar, defterler, kapakları açılmış siyah ve mavi tükenmezler… Ne zamandır tek kelime yazamıyordum. Defterimdeki sayfalar bir cümlede tüketilmişti. Devamını getiremediğim için sürekli yeni sayfaya geçiyordum ama bir türlü olmuyordu. Ne yapsam karakterlerimi konuşturamıyordum. Tek duyduğum kendi sesimdi. Katlanılacak gibi değildi. İnsan kendinden bu denli bıkamazdı. Bir an önce normale dönmek istiyordum.
Bazı günler kendimi bir dünyanın içine hapsolmuş hissederdim. Sebepsiz tadım kaçardı. Etrafımdaki insanların sözlerinde bir mana arardım. Ama bu his gelip geçiciydi. Saman alevi gibi yanıp sönerdi. Bir sonraki varoluşsal krize kadar kendi güvenli alanıma -odama- çekilirdim.
Ofiste çalışmayı denedim. Sekiz altı çalışma düzeninde bolca düşünmeye fırsatım oldu ama bu düşüncelerin hiçbiri üretkenlik barındırmıyordu. Üst üste binmiş, birbirlerini boğuyorlardı. Nefessiz kaldım. Kendimi ve yaşadığım hayatı sorgulamaktan günlerce uyuyamadım. Nihayet işimden istifa etmek zorunda kaldım. Hala daha o günleri hatırladıkça yüreğim sıkışırdı. Sanki biraz daha dursam silikleşip yok olacaktım.
Yine de tüm hayatımı sorguladığım o kriz anı illaki yaşanacaktı. Kendimi bu rutine alıştırdım. Belki yazar olmanın bir bedeliydi. (İçten içe böyle desem de yetersiz olduğumun farkındaydım.) İleriye dair planlarım nasıl da acınasıydı! İnsan tutkusu için her türlü zorluğun üstesinden gelebilirdi, değil mi? Nah gelirdi! Bazen ne kadar isteseniz de potansiyelinize boyun eğmek zorunda kalırsınız. Kötüyseniz kötüsünüzdür. Belki zannettiğiniz kadar değerli değilsinizdir. Belki hiçbir ayrıksı yönleri olmayan dümdüz bir insan olarak yaratılmışsınızdır. Yetmişinize dayandığınızda bile ilginç hiçbir şey yaşamazsınız.
Şimdi oturmuş, kararsızlıkla boğuşurken, umutsuzca eski halime dönmeyi bekliyordum. Sahi neden endişeleniyordum? Biraz daha sabretsem… İleride başarılı bir yazar olabilirdim. Çok başarılı, çok zengin, şu an değil ama bir gün çok, çok… Masanın başına geçip temiz bir sayfa çektim ve aklımdan geçenleri not aldım.
Yazar Notu 08.01.2025
“Neden varsın ki zaten?”
Tabii ki, bu soruyu kendime değil romanımın baş karakteri Cemre Yılmaz’a soruyorum. Hayata dair beklentileri onu kafasının içine hapsetmiş. Her zaman başka bir ihtimali düşünerek yaşadığından bir an bile mutlu olamamış. Geriye dönüp baktığında anılarının üstüne çöken sisi görüyor. O yüzden bakmıyor o tarafa.
Pek de akılsız. Bilinçli olarak ona atfettiğim bir özellik değil bu. Mutlu günlerinden söz ederken o günlerde ne kadar sıkıldığını unutuyor. Gerçi bu biraz benim yüzümden.
Cemre’nin ailesinden gelen bir travması yok. Tipik bir aile… Çocukluk aşkı Çağrı’yla lisenin başından beri beraberler. En yakın arkadaşı Duru’yla küstükleri anlar nadir. Sesi güzel, dış görünüşü ne iyi ne kötü, derslerinde fevkalade başarılı. Buna rağmen hayatı hiç de özenilesi değil. Mutlu olması gerektiğinin farkında ama mutlu olmadığının da farkında… Akılsız demiştim ama her daim değil. Akılsız ama her zaman değil. Bazen kafasının içinde zonklayıp duran sesi duyuyor ve onu bir kenara atana kadar hayatındaki her şey tatsızlaşıyor.
Burada bir duralım. Sıkıcı ve asosyal bir tip olarak geçirdiğim sinir anlarını genç bir kıza yüklediğim için ortaya anormal bir durum çıktı. Bu kızın derdi nasıl benim derdimle aynı olabilir? Genç kız edebiyatı yazmanın dertlerinden biri de bu. Karşı cinsi anladığınızı sanıyorsunuz ama ortaya harala gürele yazılmış, erkek gibi düşünen bir kadın karakteri çıkıyor. Yine de Cemre’nin tek sıkıntısı hayata benim gözlerimle bakması değil. Rahatsız edici bir tarafı var, adını koyamıyorum. Ona neden var olduğunu soramam. Ama kendime sorabilirim. Neden yazdım seni?
Okuduğum kitaplarda hayran olduğum karakterler oldu. Nasıl da özgünlerdi, yanı başımda oturup sanki benimle sohbet ederlerdi. Dokunsam hissedecek gibiydim. Cemre’yi ben yazdım ama ona dokunamıyorum. Ne yapsam özümseyemiyorum. Beş senelik emeğime rağmen varlığı batıyor bana.
Kitapta çoğunlukla çevremde gördüklerimi yazdım. Birazı da lise anlarımdan kalma parçalardı. Sıradan insanları kopyalamak hiç de iyi bir fikir değilmiş. Çünkü hepsinin bir sesi var. Eylemlerine yön de veremem. Cemre ise tamamen benim kontrolümde. Hikayesini tamamlamadan bitirebilirim.
Masamın üstünde duran bir kağıt dolusu çöpe bakarken delirecek gibi oluyorum. Sayfaları parçalamak istiyorum ama bir şey bunu yapmama engel oluyor. Delirme özgürlüğüm elimden mi alındı? Bugün yine kendimi bir odaya kapattım. Boğuluyorum.
Ne var ki büyük umutlarla gönderdiğim dosyam defalarca reddedildi. Kendimi zaten buna hazırlamıştım. Bir yere kadar mail kutumda onları biriktirmek hoşuma bile gitmişti.
Nitekim beklemekten bıktım. Tutkumuzun peşinden gittiğimizde sonumuzun aydınlık olacağına inanırız. Tutkumuz sonuçta. Emek de verdik. Üniversite puanımı çöpe attım ve yazarlık için canla başla çalışmaya başladım. İlk kitabımın milyonlar satması gerekirdi. Çünkü çabaladım. Hayalime bir adım atmasaydım bana ne kadar uzak olduğunu göremezdim. Hep bir adım ileride zannederdim.
Lisedeyken en yakın arkadaşım ve eski sevgilim tarafından ihanete uğradım. Bunları yazarken bile o günlerde yaşadığım ihanet duygusu içimi titretiyor. Aptal yerine konmak gururumu kırmış olmalı, bir daha eskisi gibi olamadım. Hala daha insanlara güvenmem.
İhanetin acı tadı dilimde. Hatırladıkça bir sinir kaplıyor bünyemi. Cemre de aldatıldı, bir kere mi, defalarca aldatıldı, aptal yerine kondu. Ama onun cümlelerini bir türlü benimseyemiyorum. Yazık ki, acılarımı bile kağıda dökmekten acizim.
Yazık sana Cemre. Kendini gerçek mi sanıyorsun? Seni ben yazdım. Ve şimdi umutsuz düşüncelerinin içinde çürümeye bırakıldın.