Ah sizi aşağılık insanlar! Nefret eder gibi seviyorlar…
Dostoyevski
1. Kısım
Nasıl tanıdık bir histi beni küle çeviren bu ateş. Dilime değen acı tat da öyle. Kendime gelmek için bir dünya zamana ihtiyacım vardı. Yoğun bakımdan çıktığımda allak bullak olmuştum. Her şey düzelecekti fakat bir daha eskisi gibi olmayacaktı. Kararsız adımlar atıyordum, hep ondan. Kesip atamıyordum da. Konu insan ilişkileri olunca yetersiz kalıyordum.
Doktor saatler sonra yanımıza geldi. Berk iyi olacaktı, yarası ağır olsa da zamanında müdahale edilmişti. Teyzem temiz kıyafetler getirmişti. Elimi yıkmam, hiç değilse bir havluya silmem için ısrar etse de önemsemedim. Sözleri o kadar manasızdı ki tepki vermek şöyle dursun Berk’in tedavi gördüğü yoğun bakım kapısından gözlerimi bir an olsun ayırmamıştım bile. Hurdalıkta, kanlar içindeyken onu kucakladığım anda sıkışıp kalmıştım. Fakat iyi olacaktı, neyse ki.
Aslında zannettikleri kadar dağılmamıştım. Teyzem kız kardeşimle beni bir araya getirince paramparça olmuştum. Bir ara bana doğru eğilip, “Kardeşini çağırdım,” diye fısıldadı. Gelir miydi ki? Duru’yu koridorda görünce elim ayağım boşaldı. Öyle ki ne tepki vereceğimi bilemedim.
Bana sarılmasına da ayrıca hazırlıksız yakalandım.
“Evet, biliyorum…” dedi geri çekildiğinde, yarım bir gülümseme vardı suratında. “Her zaman kötü şeyler yapmamı bekliyorsun benden.”
“Neden buradasın?” Sert kabuğum çatlamıştı.
“Endişelendim, inanır mısın? Berk için bile -sırf senin için- endişelendim. Ama iyi olacakmış. Artık kendine gelebilirsin.”
Hazal bir hışımla yanımızda bitti ve Duru’yu sertçe iterek ondan hesap sordu. “Ne işin var burada? Yaptıklarınız yetmedi mi?”
Duru bozuntuya vermedi. “Cemre’yi merak ettiğim için geldim,” dedi kendini toparlayarak. “Ayrıca yaptıklarınız ne demek? Vefa’ya iftira atan sensin, tüm bunlar ismini sakladığın sizin yüzünüzden başımıza geldi.”
“Ali bıçakladı onu,” diye bağırdığında tüm dikkatleri üzerimize çekmiştik. “Görürsünüz…” dedi hınçla. “Bu yanınıza kalmayacak. Hepiniz… hapse gireceksiniz.”
“Nasıl?” diye sordu, üstenci bir bakış atarak. “Ali’yle konuştum, kendisinin yapmadığını söyledi. Zaten onun yaptığını da doğrudan gören olmamış.”
Hazal şaşkınlıkla bana baktığında, “Doğru söylüyor,” diye tasdikledim. “Biz gittiğimizde bıçaklanmıştı. Ali de oradaydı ama onun bıçakladığını görmedim.”
Ege oturduğu yerden kalktı. Sözlerim onu oldukça öfkelendirmişti, adeta üzerime yürüdü. “Artık iyice saçmaladın! Berk’e karşı o çocuğu mu savunacaksın?”
“Savunmuyorum,” dedim bıkkınlıkla. “Berk uyandığında kimin yaptığını söyler zaten. Bu konuyu daha fazla uzatmayın.” Hazal’ı sertçe ittiğimde bir an dengesini sağlayamadı. “Son zamanlarda halin, tavrın canımı sıkıyor. Nedense huzursuzum. Özellikle bilmem gereken bir durum var mı?”
Afalladı. “Hayır,” dedi tereddütle. Bu defa omzuna dokundum.
“Öyleyse mesele yok.”
2. Kısım
Dışarı çıktığımızda nefes almak için duraladı, bacakları titriyordu ve kendini zar zor tuttuğunu görebiliyordum. Biraz sataştım ona. “Kırk yılda bir ablalık yapasın tuttu. Ama arkadaşlarınla kendim de baş edebilirdim.”
“Susar mısın?” Gözlerini Kenan Bey’e dikmişti. Duvara yaslanmış sigara içiyordu. Hızlı toparlamıştı. Oğlu iyi olduğuna göre artık sıra intikam almaktaydı.
“Derya Hanım’la bir durumları var onun da.” Dikkatini bana verdiğinde, “Tartışmalarına şahit oldum,” diye açıkladım. “Bitmiş de tam bitmemiş gibi bir mesele. Belki Ali’yi affedebilir.”
Cemre nedense fazla ilgilenmedi bu konuyla. “Bize ne, boş ver. Önce seni tehdit ettiği için özür dileyecek. Erteledim fakat unutmadım.”
“Benim için önemli değil.” Cemre kaşlarını çattı.
“Ama benim için önemli.” Güldüm.
“Ablalığını babama karşı da gösterseydin keşke.”
Sinirlendi, zaten amacım da damarına basmaktı. “Senin için yeterince fedakarlık yaptığımı sanıyorum.”
Kenan Bey bize doğru yürüyordu. Yoksa söylediği lafın altında kalmazdım.
Boylu, poslu heybetli adamdı ama gözümüzü korkutmuyordu pek. Herkesin kendi canavarı vardı sonuçta. Cemre’nin karşısında dikildiğinde ikizim buz gibi bir bakış attı ona. Bakışlarıyla karşısındakini unufak ediyordu. Kenan Bey’in bile konuşmak için birkaç saniye duraksaması gerekti. Neden bu kadar öfkeli olduğuna bir anlam verememişti.
“Olan bitenden ötürü özür bekliyorum senden,” dedi şaşkınlığını üstünden atınca. Cemre başını hafifçe eğerek suçunu kabul etti.
“Daha erken harekete geçseydim bu olanlar yaşanmayabilirdi. Bunun için özür dilerim sizden. Berk’ten de dileyeceğime emin olabilirsiniz.” Sonra kaşlarını çattı. “Bana kalırsa siz de özür dilemelisiniz. Kardeşimi tehdit ettiniz, tavrınız hiç yakışmadı size.”
Anında öfkelendi. “Ne diyorsun Cemre? Yaşıtın mıyım ben senin?”
Bir kez daha suçunu kabul edercesine, “Saygısızlık ettiysem özür dilerim,” dedi. “Fakat kardeşimi korumak benim görevim.”
Suyuna gitti bu sefer. “Bunun için oldukça küçüksünüz. Çocukları korumak ailelerinin işidir.”
Cemre çantasından telefonunu çıkardı. El çabukluğuyla Kenan Bey’in telefonuna bir şey (video olduğunu tahmin ediyordum) gönderdi. Her ne gönderdiyse Kenan Bey, “Ne demek oluyor bu?” diye sordu öfke ve şaşkınlık içinde. İkizim belli ki onu gafil avlamıştı.
“Yaşım küçük… Fakat yöntemlerimiz aynı.”
“Seni aklı başında bir kız zannederdim Cemre.”
Soğuk bir gülümseme belirdi suratında. “Sadece kontrol edilebilir olduğumu düşünürdünüz. Bu ifade daha doğru.”
3. Kısım
Berk doğrulmak için sırtına yastık istedi. Kaldığı oda çiçeklerle dolmuştu. Dört kişiydik, teyzem ve babasını da sayarsak odada altı çiçek olmalıydı. Fakat yedi tane vardı. Kendimi bir anda yedinci çiçeğin nereden geldiğini sorgularken buldum. Berk dikkatimin dağıldığını sezmiş olacak ki, “Ne oldu?” diye sordu. Başımı ona doğru çevirip surat astım.
“Neredeyse ölüyor olman dışında mı?” Keyifsizliğim sesime de yansımıştı. “Bir şey yok.” Artık kendine geldiğine göre onu şımartacak değildim.
İşi şakaya vurdu. “Geçti, gitti işte. Sizin kadar dramatik olamıyorum ben.”
Hazal, “Berk bıçaklandın, dalga mı geçiyorsun?” diye söylendiğinde bakışları ona değmedi bile. Ciddiyetimizin farkındaydı ve ardından gelecek soruları mümkün olduğunca geçiştirmeye çalışıyordu.
“Ali mi yaptı?” Ege bir köşede gözlerini bize dikmişti. Üst üste yaşadıklarımız yüzünden dengesi şaşmıştı onun da. Özellikle bana karşı bariz şekilde cephe almıştı. Aramızın bir daha eskisi gibi olacağını sanmıyordum. Bu odada -Çağrı da etrafta yoktu- istenmeyen kişi bendim. Hazal ve Ege ona benden daha yakındı. Nasıl can sıkıcı bir durumdu.
Ali’nin yapmadığını söyleyerek bize yalandan bir hikaye anlattı. Tabii, hiçbirimiz inanmadık çünkü bizi inandırmaya çalışmıyordu. Ortama bir sessizlik çöktüğünde odadaki yedinci çiçek gibi göze batmaya başladım.
Berk elini bana doğru uzatarak yanına gelmemi işaret etti. Parmaklarımız birbirine kenetlendiğinde hissettiğim tek şey acıydı. Ya da sızı. Neden görmüyordu beni? Dinlediğim şarkılarda, okuduğum kitaplarda benzer cümlelere rastlardım. Neden duymuyordu? Sinirlerim yay gibi gerilmişti.
“Biz Cemre’yle ayrıldık,” diyecek oldu, tam olarak bu kelimeleri kullanmasa da varış noktasını kestirebilmiştim. “Boş ver şimdi,” dedim hızlıca. Öyle mi der gibi baktı. Yine gidemiyor musun Cemre? Ezberlemiştim bu ifadeyi. Yeniden kontrolü eline almanın rahatlığıyla gülümsedi. Sürekli ayrılıp barıştığımız, sorunlarını benim sorunlarım üzerinden aklamaya çalıştığı ilişkimize dönmeye hazırdı. Dikenimi ona batırmıştım. Çıkarmaya bile çalışmıyordu.
“Nasıl istersen…” dedi dudak büzerek. “Sıkıntı yok yani.”
Duru kapıyı çalıp ilk defa adına yakışır bir sakinlikte içeri girdi. Adımları yavaş, yüz ifadesi durgun, sesi de ılımlıydı. “Geçmiş olsun,” dedi uzatarak. “Ali’ler de geçmiş olsun dileklerini iletmemi istediler. Umarım saldırgan bir an önce cezasını çeker. Ve bir an önce aramıza dönersin.”
“Sen de sevgilerimi ilet.” Duru’nun tavrı huzursuz etmişti onu. “Bu aralar etrafımızda… daha doğrusu, Cemre’nin etrafında fazla dolaşıyorsun. Sebebi nedir? Her taşın altından çıkman canımı sıkmaya başladı.”
“Değil mi?” Hazal’ın da gözüne batmıştı. “Cemre’yle pek bir yakınlar.”
Ortamda yoktum sanki, şeffaflaşıp görünmez olmuştum. Duru tüm bu imaları daha da deşmek ister gibi, “Senelerdir birliktesiniz değil mi?” diye sordu. “Çocukluktan beri…” Bakışları bana kaydı. “En azından bir kısmı.”
“Evet,” dedi Berk, kaşlarını çatarak. “Yani?”
“Hiç…” dedi omuz silkerek. “Sadece garibime gitti. Senelerdir berabersiniz ama…” Sustu, devamını getirmek yerine, “Belki de anlatmak istememiştir,” diye tamamladı sözünü. Bir anda varlığım fark edilmiş olacak ki odadaki tüm gözler üzerime çevrildi.
“Amacın nedir?” Sinirlenmiştim ve aslında bu sinir benim için bile fazlaydı. Ona karşı üstümden atamadığım bu cinnet hali ne zaman geçecekti? Duru benim kardeşimdi, tek kardeşim… Onu ne olursa olsun korumam gerekiyordu. Bazen kendisinden. Bazen de kendimden.
Duru üstüme gelmeye devam etti. “Ne amacım olacak? Seni sakınıyorum işte. Diğer herkesten.”
İyiden iyiye bunalmış, sıkılmıştım. Artık dayanamadım. “Berk ikizim olduğunu zaten biliyor,” dediğimde bir an donup kaldı. “Sadece sen olduğunu söylememiştim.”
Onu ifşa etmeme hazırlıksız yakalanmıştı. Şaşkınlığı kısa sürede öfkeye dönüştü. “İyi,” dedi karşılık olarak. “Ali zaten biliyordu. Sevgilin de öğrenmiş oldu.”
“Nasıl yani?” dedi Ege, artık bana karşı tamamen cephe almıştı. “Duru’yla kardeş misiniz?” Sessiz kaldığımda yüzünü buruşturdu. “Harika… Çocukluk arkadaşımla ilgili daha neler öğreneceğim acaba?”
Tepki vermedim. Tamamen kayıtsızdım. Hani sanki orada yokmuşum gibi… Herkes gittiğinde odada Berk’le yalnız kaldık. O kadar yorgun ve bıkmış gözüküyordu ki… Bir yandan hak veriyordum ona. Uzun bir sessizliğin ardından, “Diğerleri neyse de…” dedi sonunda. “Neden benden sakladın? Sır olarak saklayamaz mıydım?”
Yatağının ucuna oturdum. “Duru istemedi. Yoksa ben hiçbirinizden saklamazdım.”
“Hiçbirimizden…” diye vurguladı. “Sadece bana söyleyebilirdin.” Dilinin ucunda binlerce iğne varmış gibi, sesi titriyor ve bakışlarını benden kaçırıyordu.
“Ali’ye ben anlatmadım.”
“Cemre…” İç çekti. “Beni biraz yalnız bırakır mısın?”
“Tabii,” dedim ayaklanarak. “Küs müyüz peki?”
“Ne haddime,” dedi dalgın bir şekilde. Üst üste binen duygularımın altında eziliyordum. Gitmeden önce zehirli aşkımın hastane yatağındaki bitap düşmüş, mahvolmuş haline şöylece bir baktım. Seni o kadar çok terk ettim ki -hem de o kadar çok- terk edilmeyi alışkanlık haline getirdin. Şimdi kapın açık bana. Dilediğimde gitmem için… Çünkü döneceğimi umuyorsun her seferinde. Buna rağmen sana tüm kapıları kapatmam benim kabahatim. Özür dilerim… Ölümden döndüğün halde sana dokunamadığım içinse kızgınım. Bunu bilmiyorsun. Sürekli beni suçluyorsun.
4. Kısım
Benim suçumdu, fazla üstüne gitmiştim. Dışarı çıktığımda siniri geçene kadar ortalıkta gözükmemeyi planlamıştım ama Çağrı bir anda önüme çıktı ve benimle önemli bir konuda konuşmak istediğini söyledi. Hiç sırası değildi ama bir türlü bırakmıyordu.
“Duru…” dediğinde hala bana dokunuyordu. “Affedersin,” dedi ters bir bakış attığımda. “Şu olay hakkında konuşacaktım seninle.”
Canım sıkkındı, daha da sıkıyordu. “Ortada olay yok. Ali yapmamış işte.”
“Berk’i ben bıçakladım,” dedi öfkeyle.
Birdenbire böyle bir itirafta bulunmasını beklemiyordum. “Öncelikle ellerine sağlık,” dedim ona şüpheci bir bakış atarak. “Neden bana anlatıyorsun?”
Tereddüt etti. “Bence Vefa konusu bu kadar çabuk kapanmamalı.”
“Berk’ten ben de şüpheleniyorum. Ama senin dayanağın nedir? Hazal’la olan ilişkisi mi?”
Çağrı, “İlişki mi?” diye sordu şaşkınlıkla. Şu saatten sonra pek umurumda değildi.
“Ege de biliyor üstelik. Hainler.”
Gidecek olduğunda bu kez onu ben durdurdum. “Cemre’yle mi konuşacaksın? Şimdi uygun bir vakit değil.”
“O başka, bu başka. Cemre’nin zarar görmesine seyirci kalacak değilim.” Neredeyse yıkıp geçecekti beni. Çağrı’nın öfkesini asla hafife almamalıydım.
“Çağrı… Hangi mesele daha ciddi şu an? Cemre sessiz kalmana anlayış gösterecektir.”
Neyse ki, biraz sakinleşmişti. Vücut dilinden anlamıştım bunu.
“Bu arada,” dedim kulağına doğru eğilerek. “Cemre’yle kardeşiz biz.” Bir kez daha hayretle baktığında güldüm. “Odada yoktun, haber vereyim dedim.”
5. Kısım
“Kimmiş?” Berk’e kısa bir bakış attıktan sonra telefonu almak için masaya uzandım. Kolunu omzumdan çekti. “Artık yanımda konuşabilirsin,” dedi imalı bir şekilde. “Saklayacak bir şeyin yok nasıl olsa.”
Akşam vakti beni yanına çağırmıştı. Berk’in deyimiyle “ölmeyişini” kutluyorduk. Hava sıcak olsa da bahçe tarafı sert esiyordu. Üstümdeki hırkaya daha sıkı sarıldım. Duru’nun üst üste aramaları onun da dikkatini çekmişti. İkizimle aramdaki ilişkiye kısmen hakimdi. “Genelde beni aramaz,” dedim. “İnsanlarla mesajlaşmaktan hoşlanıyor.”
“Açsana,” diye üsteledi. Hala kızgındı ve bu öfkesini benimle normal bir şekilde konuşarak aşmaya çalışmıyordu. Sanki canım yeterince yandığında tatmin olacaktı. Bu şekilde davrandığı için ben de onu umursamamaya karar vermiştim.
Telefona cevap verdiğimde, “Hele şükür,” dedi ikizim. “Günlerdir sana ulaşmaya çalışıyorum. İnanılmazsın yani. Aslında benim sana kızgın olmam gerekirdi. Babamla kaç gündür konuşmuyoruz senin yüzünden.”
Berk her hareketimi dikkatlice takip ediyordu. Neyi çözmeye çalışıyorsa… “Eninde sonunda ortaya çıkacaktı. Kendin kaşındın.” Durum kısmen kontrolüm altındaydı.
“Yine de hoş olmadı,” dedi ciddileşerek. “Eminim arkadaşların sorun etmiştir.” Artık benim için gürültüden ibaretlerdi. Kalabalık bir caddede yalnız başına dolaşmak gibi… Böyle hissediyordum yanlarında. Sürekli başkalarını idare etmeye çalışmak, uyumlu olmak, alttan almak… Çok yorucuydu. Fakat alışmıştım artık.
“Etmediler. Sıkıntı yok.”
“Berk’le yeniden barıştınız gibi mi oldu?”
“İstersen enişte de diyebilirsin,” dediğimde Berk kahkaha attı.
“Selamımı söyle,” dedi bozularak. “En azından önceden haber verme nezaketinde bulunabilirsin. Ali bizim tarafımıza geçtiğini söyledi. O ne demekse… Ama beni huzursuz etti. Ne işler karıştırıyorsun?”
Konuşamadığımın farkındaydı. “Ali’lere notlar gönderen birisi varmış,” dediğinde onayladım onu. “Vefa’nın öldürüldüğünden şüpheleniyormuş. Onların da aklına Berk gelmiş. Kaçırma olayı bundan ibaret. Bunun dışında notları gönderen her kimse bir şeyler bildiği kesin.”
“Öyle sanırım.” Gerginliğim sesime yansımıştı.
“Berk’in katil olduğuna hiç ihtimal vermedin. Tuhaf.”
“Ne tuhaf?” diye sordum gayriihtiyari.
“İhtimal vermemen…” dedi bir kez daha. “Yeterince tanıyor musun onu? Hayır. Hazal’la ilişkisini düşünürsek…”
“Duru,” dedim bu sefer. Berk’le kaçıncı kez göz göze gelmiştik ve bu şekilde onu alttan alamıyordum.
“Affedersin,” dedi sesini yumuşatarak. “Ama sen unuttukça tekrar tekrar hatırlatacağım bunu. Ta ki, erkek arkadaşın hayatımızdan çıkıp gidene kadar.”
“Diyeceğin başka bir şey yoksa kapatıyorum.”
“Bekle, dur. Hastaneden sonra Tozluyaka’ya gitmişsin ve Ali’ye ajanlık yapmayı teklif etmişsin. Doğru mu bu? En azından evet veya hayır de.”
“Evet,” dedim bıkkınlıkla. Tahmin ettiğim gibi hoş karşılamadı.
“Cemre…” dedi duraksayarak. “Bana anlatmadığın şeyler var değil mi?”
Telefonu suratına kapattım. Kendime gelmek için birkaç saniyeye ihtiyacım vardı. Son günlerde ruh halim dengesizdi. Asla toparlanamıyor, her defasında dibe batıyordum. İnsanlar beni soğuk ve mesafeli olarak tanırdı. Şimdiyse öfkeli, hep öfkeli… Gelgitli. İlkokul yıllarıma geri dönmüştüm. Kimsenin yüzüme konuşacak cesareti yoktu. Ne zaman arkamı dönsem bir fısıldaşma… Onlara baktığımda ise gülümsüyorlardı. Zamanla ben de kibarlık etmeyi öğrenmiştim. Şimdi suratımdaki gülümseme eriyip dağılıyordu. Mutlaka korkunç gözüküyor olmalıydım ki çevremdekiler benden uzaklaşıyordu. Sanki rolümü oynamamı bekliyorlardı benden. Yeter ki gizle der gibi… Kötü ya da iyi olsan ne fark eder ki? Yeter ki kötü gözükme.
Berk birden ayaklandığında durması için kolundan tuttum. Bana hafif alaycı, kibirli bir bakış attı. “İçecek bir şeyler getireyim sana. Kahve, papatya çayı falan… Yoksa beni de yakacaksın.”
“Esprimi yapıyorsun?” Hiç sırası değildi. Fark etse de oralı olmadı.
“Azıcık gevşe işte.” Çenemden tuttu. “Tatlı sevgilim benim…”
Parmağı dudağıma kaydı. “İlla kavga mı çıkartayım?” Kendini geri çekmedi. Üstüme eğildi. Sanki bıçaklanan kendisi değildi.
“Ne kavgası?” dedi gülerek. “Aklımda başka şeyler var.”
Gözlerini gözlerime diktiğinde buz gibi bir bakış attım ona. “Teşekkürler, hayır.”
“Hayır mı?” dedi dudağını büzerek. “İstemediğin için mi?”
“Yaralı olduğun için…” Bana biraz daha yaklaştığında dikişleri acımıştı. Kaşları kısa bir anlığına çatılsa da bunu göz ardı etti. “Belli baya özlemişsin beni,” dedim yutkunarak. Dizlerim titremeye başlamıştı bile. Berk bir dizini bacaklarımın arasına koyduğunda başımı geriye doğru yasladım. Yüzü benimkine çok yakındı fakat beni öpmemekte ısrar ediyordu. Klasik Berk. Teslim olmamı bekliyordu. Her şeyimle, tamamen…
“Şu hassas hallerin hoşuma gitmedi,” dedi kendinden emin bir şekilde. Bakışı, duruşu… Nasıl kibirli! Ona dokunmamak için kendimle savaş veriyordum.
“Kavga mı edelim?”
“Yıprat beni. Nefret aşkın doğasındandır.”
“Bir başkasını öpmem sorun değil mi senin için?” Yüzündeki gülümseme bir anda silindi.
“Cemre…” dedi üstüne basa basa. “Beni tahrik etme.”
“Yoksa?”
“O meseleyi unutmadım. Sana dokunduğunu düşündükçe… Kontrolümü kaybediyorum. Ne kadar alçaksın! Hiç acıman yok bana.” Açık kahve gözleri sinirle parladığında kasılıp kalan vücudum bir anda gevşedi. Artık kendime hakim olamazdım. Mümkün müydü bu? Canı yanıyordu ve yaralıydı. Hepsi de benim yüzümden… Canını yakmıştım.
“Unutmadıysan…” dedim kısa bir duraksamanın ardından. “Neden öyle duruyorsun?”
“Daha az önce istemediğini söyledin.”
“Birbirimizin sınırlarını bilecek kadar uzun süredir beraberiz.” Üstenci bir bakış attım ona. “Değil mi?”
“Yapma.” Dudağı dudağıma değdi. “Beni böyle kışkırtma.”
Gülümsedim. “Ne kadar öfkelendiğini göreceğiz.”
Berk bu gülümsemeyi binlerce parçaya ayırmak istiyordu.